boşluğa,



sevgili günlük,
2 nisan perşembe.


‪yirmi gündür ailemle aynı evde kapalı kalmak, beni şu hayatta en korktuğum şeyi tekrar düşünmeye zorladı. ben babama dönüşmekten çok korkuyorum, ben geleceğimin onlarınki gibi olmasından çok korkuyorum. 38 yaşıma geldiğimde hayatıma bakıp koca bir hiçlik bulmaktan çok korkuyorum. frances’ınki gibi bir durum yaşamaktan çok korkuyorum. aynı evi paylaşabileceğim kadar sevebildiğim/beni sevecek birinin olmamasından, varsa da onu bulamamaktan bulsam da frances gibi yitirmekten korkuyorum. sevdiklerimle olan bağlarım kadar anlam yüklediğim şu hayatta, yapayalnızım. ne olursa olsun içimdeki o koca oyuğu kapatamıyorum. sanki kollarım aynı anda tüm sevdiklerimi sarsın istiyorum, ama en yakınlarıma bile sarılmaya çekiniyorum. ve sarılmak için kollarımı açtığımda yakınlarımda kimseyi bulamıyorum. anneme sarılmak bile bir taş parçasına sarılmaktan farksız geliyor bazen. sonra her biri kayıp gidiyor ellerimden, hepsinin yavaş yavaş yok oluşunu izliyorum. 

dünyayla olan bağım hala çok sorunlu. hala kendimi cezalandırmak için yiyor, strese girdiğimde -babamın beni küçükken cezalandırdığı gibi- cezalandırıyorum kendimi. hala yemekleri kendime eziyet etmek için bir araç olarak kullanıyorum. bir dönem sanki dünyada kapladığım alan azalırsa sorunlarım da yok olurmuş gibi hissetmiştim. yok olup gitmek istemiş, hiçbir şey yememiştim. küçülmek, küçülmek ve günlerimi yataktan çıkmadan hiçbir şey yapmadan tavanı izleyerek geçirmek... yeterince küçülsem de yok olamadım. bu sefer her şeye sinirlenirken buldum kendimi, sanki tüm dünyayı bir sinirle yutsam, mide ağrılarından günlerce uyuyamayacak bir daha yemek yiyemeyecek kadar çok yesem... tıkanana kadar yesem. kendimden her nefret ettiğimde, en sevmediğim şeyleri en kötü şekillerde yesem, bulduğum her şeyi yesem, her elime geçeni ağzıma tıksam, çiğnemeden yutsam... her şeyi tıksam mideme ve yemekten bitap düşüp hıçkıra hıçkıra ağlarken yemeye devam etsem... bu yeme şeklinin zaten yoka yakın olan öz saygımı daha da sıfırlayacağını bile bile her şeyi karıştırıp yesem, midemi bulandırsam, bir tencere dolusu yemeği sırf her şeyi bitirmiş olmak için bitirsem, hepsini yersem o hiç susmayan ses biraz olsun susacak mı? hiç sanmam. elinde bir mide ağrısı ve küçükken şişmanlığın yüzünden seni eleştiren o boktan insanlardan sinirini çıkarma yönteminin hala değişmediği bilgisi kalacak. baban senin kilonla her dalga geçtiğinde, yerdin. ona inat olsun, dünya inat olsun, seni sevmeyen herkese inat olsun diye yerdin. hiçbir zaman obez olmadın, ama kendini hep iğrenç hissettin. ve her iğrenç hissetmek ve kendini cezalandırmak istediğinde yemek yerken buldun kendini. seni kimseler görmezken ağlaya ağlaya yemek yerken. hiçbir zaman rahat rahat yemek yiyemediğin o pazar sofralarının hıncını çıkarırcasına, sabahın üçünde zeytin yerken mesela. kalıp kalıp beyaz peynir bitirirken -sen hiç peynir sevmezsin ki- sorun da o ya zaten. bazen bütün bu yediklerini yakmak istercesine çılgınca yürüyüşlere koştun kendini, saatlerce koştun. vücudunu bir de öyle yormak ve hiç düşünmemek istedin. bazen ertesi günü hiçbir şey yemeyerek geçirdin. ama sonrasında her ne yapmış olursan ol, aldığın kilolar seni ne kadar pişman ederse etsin o mide ağrısı hissi sana hep rahatlatıcı geldi. çocukluktan beri alışık olduğun bir kendini cezalandırma şekli. şişmanlar aptaldır, şişmanlar iradesizdir, şişmanlar hiçbir şeyi hak etmezler. ben yiyebilirim ama sen yiyemezsin, çünkü senin zayıf kalman gerek. 

hala vücudumdan, hislerimden, düşüncelerimden...beni ben yapan her şeyden nefret ediyorum. ne yaparsam yapayım bu nefret hissi gitmeyecek biliyorum. hiçbir zaman bir şeyleri düzeltebilmiş gibi hissedemeyeceğim.‬ hiçbir zaman kendimle zaman geçirmek mutlu etmeyecek beni. çıktığım hiçbir vietnam gezisinden mutlu ayrılmayacağım. hiçbir zaman babam olmayacağım diye söylenip duracağım kendime, hiçbir zaman babam olmayacağım.

hiçbir evi yuvam yapamayacacağım. hiçbir kahvaltı sofrası bana kendimi iyi hissettirmeyecek. kimsenin yanında rahatça yemek yiyemeyeceğim. ne yediğimi düşünmeden hiç yemek yiyemeyeceğim. ağlayarak uyandığım geceler yüzünden hiçbir zaman uyumayı beceremeyeceğim huzurla. delirmediğimden emin olarak sevemeyeceğim kimseyi. kendimin kılmak için dünyaları yaktığım bu yüze hiçbir aynadan bakmak istemeyeceğim. korkmaya, hep çok korkmaya devam edeceğim. o oyuk giderek büyüyecek, büyüyecek, büyüyecek... ve en sonunda ben olan ne kadar şey varsa alıp yok edecek.

ben hep başladığım noktaya, bu evin küçük odasına ve sevgisizliğime geri döneceğim. ben hep fotoğraflarda rengi en çabuk solan olacağım. kalbi en hızlı atan. ailenin en suratsızı, en kabası, en duygusuzu. sevilmeyeni. ve bunu bileni.

ben hep max’in listesi gibi listeler yapacağım kafamda, yaşamak için. kök salmak hep bir sorun olarak kalacak benim için. kendimi severken bile kaktüsleri düşüneceğim. kendimi severken bile bir sahil kenarını düşüneceğim. en güzel anlarımın ben içindeyken solup gidişini izleyeceğim. bu hayat bitecek ve ben hiç şarkı söyleyemeyeceğim.

başladığım yere, perdesi itinayla çekili bu odaya geri döneceğimi bilerek yaşayacağım hep.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

Momo ya da zamanı kurtaran küçük kızın masalı

Maki’ye Mektuplar -1