duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

-Merhaba.Yine hayat hakkında hakkında kendimce atıp tuttuğum epey uzunca bir yazı.
-Ben bu parça öneri bırakma işini sevdim bayağı.
Bunlar da bu kısmın önerileri olsun ^-^.


-Finding the Rose-Hans Zimmer (from the little prince)

-Draw Me a Sheep - Hans Zimmer (From The Little Prince)
-FMA Ost - Brothers Kyoudai (special violin)
-Cecile Corbel-Valse Des Ondines (audio)
-A Town With An Ocean View - Kiki's Delivery Service
-Suis-moi (Reprise) - Camille (From The Little Prince)
-Pink Martini - Que Sera Sera

*


Nasıl yaşanacağını bildiğimizi düşünürüz.Hayatı,sanki durmaksızın ileriye doğru gidilmesi gereken tek yönlü bir yol olarak görürüz.Durmak için yeterince makul bir sebebimiz yoksa durmayız,son sürat devam ederiz.Ve sonra dönüp deriz ki ''Çünkü yaşam durmaz,çünkü yaşam bizi beklemez,öylece akıp gider.''Bu yüzden durmak,düşünmek bir şeylerden geri kalmak anlamına gelir lügatimizde.Arabamız istop edene,bedenimiz isyan edip ''Yeter artık!'' diyene değin bir gün bile tatil olmaksızın her gün yaşamak işine koşarız kendimizi.Belki ne uyumak,ne uyanmak ne de yemek yemek gelmez içimizden.Ama hayatımızı bir şekilde devam ettiririz.Ama iyi ama kötü,ama mutlu ama mutsuz her sabah bir şekilde kalkıp yapmamız gerekenleri yaparız.


Ama sonra bir an gelir,bir şey olur içimizde.Ve o iç artık yaşamak istemediğine karar verir.Tüm bunlar öylece sürüp gitmeyecektir.

Bir süre kitaplara gömersiniz kendinizi,sonra kalkıp toparlanacağınızı umarsınız.Kendinize cici cici yalanlar söylersiniz.Bu sırada çevrenizde gündelik hayatta yüz yüze baktığınız insanlar belirir.İşlerin niye aksadığını,ne olup bittiğini merak ederler.Hesap vermekten kaçındığınız için çoğu zaman geçiştirirsiniz.Bazense uzun süre etkili olması için afilli yalanlar uydurursunuz.Mesela aşk,çoğu insanın uğruna acı çekmeyi meşru gördüğü popüler bir depresyon sebebidir.Çok başınız sıkışınca bunu kullanabilirsiniz.Veya içinde bulunduğumuz yüzyılın bir başka depresyon sebebi,kendi varlığını anlamlandıramama,kişilik karmaşası yaşama.Tercihen Sartre olmak üzere bilimum varoluşçu yazardan yapacağınız alıntılar ve okuyacağınız her post modern roman depresyona girme haklılık sayacınızdaki katsayıyı artı bir yükseltecektir.Bunların yeterli gelmediği durumlarda da kendi kendinize bilimum sendrom teşhisi koyabilir,çevrenizi ve kendinizi hasta olduğunuza canı gönülden inandırabilirsiniz.

Ama,aslında bunca çabaya ve ikna çalışmalarına hiç gerek yoktur.Bazen,sadece durmanız gerekir ve durursunuz.


Hayat,tekrar edilebilen bir şey değil.Bir formülü de yok,aklımıza iyice kazıyıp uygulamamız gereken kuralları da.Ve bu iyi hissetmeme durumu yapay bir şey değil,içimizden,bizden kopup gelen bir şey.Sırf bizi yavaşlattığı için öcü muamelesi görmek zorunda değil.


Yavaşlamak söz konusu olduğunda aklıma,hep çok sevdiğim yaşlı bir büyücünün sözleri geliyor ve gülümsüyorum.Çünkü bu büyücü,eğer hiç durmazsak bazı güzellikleri de hiçbir zaman fark edemeyeceğimizi söylerdi hep.


"Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen,“ dedi, "Hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar… Ama yakında bakıldığında bir dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan."

Bir başka çok sevdiğim insansa ''Hayat,hiçbir şey değildir.İtinayla yaşayınız.'' demiş ama nedense böyle sözleri genelde pek üstümüze alınmıyoruz biz.Çünkü bu sözler herhangi biri için,bizse önemli insanlar olmak zorundayız,öyle akışına bırakmak falan imkanı yok olmaz!Her anımızın önceden milim milim planlanmış olması lazım,başka türlü rahat edemeyiz.Hem,felsefe düşünmeye vakit ayırabilecek kadar boş insanların uğraşı zaten.Bizim işimiz hesaplamak,tasarruf etmek.Bu yüzden istiyoruz ki düşünmeyelim ,üzülmeyelim hiç.Her şeyi kısa yoldan bir formülle öğreniverelim.İş gereği çıktığımız bir otobüs yolculuğunda gözleme standının hemen sağında *bu gözleme standı önemli,buraya dikkat edelim* hediyelik eşyaların bir alt rafında yer alan kişisel gelişim kitaplarından alıyoruz mesela.Bu kitaplarla yaşamayı öğreneceğimizi düşünüyoruz,hele bir de bu kitaplar bize nasıl kısa yoldan zengin olabileceğimizi anlatıyorsa onları daha da çok seviyoruz.Diğer kitapların aksine,onu okumaya ayırdığımız zamanı boş zaman hanesine yazmıyoruz,çünkü oldukça faydalı bir şeyle meşgul olduğumuzu,kendi geleceğimize yatırım yaptığımızı düşünüyoruz.



Hayat budur,şudur gibi cümleler kurmayı pek sevmem.Çünkü bir cevabı olabileceğine inanmıyorum.Ama illa hayat böyledir diye bir genellemeye gideceksem; bence hayat,o gözleme standındaki bilmem kaç gündür yenilmeyi bekleyen,sıcaktan ağzı yüzü kaymış eciş bücüş olmuş bir topak peynir.

Daha fazlası veya daha azı değil.Belki biraz da teyzenin içinden sessiz sessiz sövüşünü ve içlenişini ekleyebiliriz oraya.

Bu yüzden,her ne kadar yüzlerce kez duymuş olsanız da bir de ben tekrarlayayım:Hayat,çok da ciddiye alınacak bir şey değil.Hayatınızda muhtemelen birkaç tane ''Sanırım yaşamak böyle bir şeymiş.'',''Herhalde ben de bir şeyleri öğreniyorum/büyüyorum artık.'' dediğiniz büyük prodüksiyonlu anlar olacak.Bu anları her yaşayışınızda zihniniz olup biten her şeye bir parça stop motion çekip üstüne havalı bir müzik ekleyecek.Kendi kendinize küçük bir aydınlanış yaşayıp ''Vay be!'' diyeceksiniz.Olup biten her şey bir anlığına da olsa daha berrak gözükecek.Sonra...Sonrası ne olacak,yaşayıp gitmeye devam edeceksiniz ve aradan belirli bir süre geçtikten sonra,geçmişinize dönüp ''Ne aptalca şeyler düşünmüşüm.'' diye güleceksiniz.

Ama o an her yaşanışında içinde bulunulan durumun büyüsüyle bu seferin farklı olduğuna diğer seferler gibi olmadığına inandıracaksınız kendinizi.O gazla bir süre gideceksiniz,sonra havası sönmüş süslü bir balonla elinde bekleyen bir çocuk gibi kalıvereceksiniz öylece hayat karşısında.

İşte,tam da burada devreye girip diyorum ki ''Amma uzattın ve gitgide gereksizce didaktikleştiriyorsun sohbetvari olması gereken yazıyı.Altı üstü giriş mahiyetinde bir iki cümle yazıp asıl konuya geçeceksin.Yok,olmuyor,düştü yine çenen.Susturamıyoruz efendim.''

Aslında buraya kadar sabırla okuyan insan (varsa eğer),amaçladığım şey kendimi kötü hissettiğimde dönüp okuyacağım,kendi kendime ''Dur bir toparlan yahu,kendine gel,kalk silkin'' ihtarı çekeceğim,hafif neşeli sevimli bir yazı yazmaktı.Okuyan insanlar üzerinde pozitif bir etki bırakmayı umuyordum.Sanırım böyle pozitif,hayat dolu olmaya çalışan yazılar yazmaya çalışmak pek bana göre değil.Ama şu kadar satırdır demeye çalıştığım şey şu ki:
Ne olursa olsun,hala bir şeyler hissedebiliyorsanız o hissi kabullenin.Bazen olmadık anlarda hissedersiniz bazı şeyleri.Ne bileyim,hiç vakti sırası değilken aşık olursunuz mesela.Kendinize söz geçiremez,kızarsınız.Veya hunharca çalışmanız gereken bir zaman vardır,içinizden oturup ağlamak gelir.O akşam için yaptığınız bütün çalışma planları çöp olur.Bazen yaptığınız hiçbir plan tutmaz.Güvendiğiniz bütün insanlar size sırt çevirir,hem de aynı anda yaparlar bunu.Yüzüstü kalmış hissedersiniz.Sizi ihtiyacınız olan zamanda yalnız bırakan insanların arasına bir daha geri dönmeyeceğinize dair yeminler edersiniz.Ama sonra,hayat bu,dönmeniz gerekir bazen.Bütün kararları içinizden gelerek almazsınız.Kendinize öfkelenirsiniz,saçmalarsınız,kıymetli şeyleri kırarsınız bazen.Demem o ki; olur öyle.Hepimiz insanız.Yaşam hikayemiz; çukurlar,kasisler,yol yapım çalışmaları ve daha bir dolu şeyle dolu.Yol,her zaman ileri gitmez.Kendinizi de,içinizde taşıdığınız yolu da kabullenmeniz gerekir.Üzüntüleriniz,acılarınız,yaşadığınız bütün korkunç kazalar hepsi birer sapağı,birer dostu,birer gülüşü inşa eder.O yüzden bazen gerçekten kalkıp doğrulmak gerekir.Bu,görece uzun filmde sadece büyük epik sahneler yok.Bazen ekranda sadece yakın çekime alınmış küflü peynirler,arkada anlamsız bir müzik ve kimsenin izlemediğinden emin olduğunuz halde dakikalarca öyle akan bir görüntü var.Ama bir itirafta bulunacağım:Benim favorim daima o anlar.Belki biraz kendimize dair bir şeyler bulduğumuz,kendimiz olduğumuz,çünkü elimizde kendimiz olmaktan başka hiçbir şey kalmayan anlar.
En saçma bulduğumuz,ardında bir mantık aramaya bile tenezzül etmediğimiz o anlar,kim ne derse desin bir filmin en güzel kesiti.

O anlar iyi ki varlar.


-


Ha bir de kapatmadan birkaç küçük önerim olacak.

Kendinizi boğulacak gibi hissettiğiniz,bu dünyaya sığamadığınız o anlarda acilen bir animasyon izleyin.Animasyonlar üzerine uzun uzun yazacağım bir ara,ama bugün kısaca (!) bahsetmek istediğim tek bir tanesi var.Yaşamak,hissetmek,kendini her yönüyle kabullenebilmek üzerine çok sevdiğim ve geç keşfettiğim bir animasyon var:Inside Out
Bugünkü tavsiyem o olacak.Daha önce izlemiş olabilirsiniz,olsun.Bir kere daha izleyin.Bazı şeylerin iyileştirici etkisi hiç geçmez.Ne olursa olsun,hep iyi gelir insana.
(Ha ben farklı bir şey istiyorum aynı filmi bir daha izlemem diyorsanız da benzer tatlar için;
-Wreck It Ralph
Kiki's Delivery Service-veya herhangi bir Miyazaki işi-
Mary and Max)

Son olarak ending,

Nilipek-Havada Bir Hinlik Var(Ayyuka Cover)

Bu da alternatif ending,konuyla ilgili verilebilecek en güzel tavsiyeler için;

Deniz Bağdaş-Son Çare Kendinizi Geliştirin



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Momo ya da zamanı kurtaran küçük kızın masalı

Maki’ye Mektuplar -1