Kayıtlar

boşluğa,

Resim
sevgili günlük, 2 nisan perşembe. ‪yirmi gündür ailemle aynı evde kapalı kalmak, beni şu hayatta en korktuğum şeyi tekrar düşünmeye zorladı. ben babama dönüşmekten çok korkuyorum, ben geleceğimin onlarınki gibi olmasından çok korkuyorum. 38 yaşıma geldiğimde hayatıma bakıp koca bir hiçlik bulmaktan çok korkuyorum. frances’ınki gibi bir durum yaşamaktan çok korkuyorum. aynı evi paylaşabileceğim kadar sevebildiğim/beni sevecek birinin olmamasından, varsa da onu bulamamaktan bulsam da frances gibi yitirmekten korkuyorum. sevdiklerimle olan bağlarım kadar anlam yüklediğim şu hayatta, yapayalnızım. ne olursa olsun içimdeki o koca oyuğu kapatamıyorum. sanki kollarım aynı anda tüm sevdiklerimi sarsın istiyorum, ama en yakınlarıma bile sarılmaya çekiniyorum. ve sarılmak için kollarımı açtığımda yakınlarımda kimseyi bulamıyorum. anneme sarılmak bile bir taş parçasına sarılmaktan farksız geliyor bazen. sonra her biri kayıp gidiyor ellerimden, hepsinin yavaş yavaş yok oluşunu izliyor

🌱

Resim
canım kendim, seninle gurur duyuyorum. her şeyden önce, yaşamayı seçtiğin için. dedenin evinde, yıllarını geçirdiğin o pervazın önünde, boğazında yumru olan her anda ve kaçmak istediğinde... sen yaşamayı seçtin. yaşamın kutsallığına inanmayan ve hayattan hiçbir beklentisi olmadığını iddia eden bir insan olarak sen yaşamayı seçtin. canım maki’m, güzel kızım, nice pencerenin pervazında oturup ağladın sen. hakkın olmayan bir şeyi ararmış gibi hissettin bunca yıl. daha azına layıkmışsın gibi hissettin. yapayalnızmışsın gibi. yalnızdın da be maki, kimin vardı omzunda iz yapacak? kimin vardı içini dökecek, birlikte yıldız isimleri sayacak? hükümsüzdü gözyaşların. bilirdin, tek bir iplik bile eksiltmezdi bu dünyadan yokluğun. -canım didem’e bir selam: evet, tanrı’nın arkasına saklayabileceğime inanmıştım bir zaman. ahlar ağacı, tıpkı diğer bütün ağaçlar gibi benim ağacımdı, bizim ağacımızdı. orayı bir mülk olarak görenler aksine, biz ait hissederdik oraya. mononoke gibi b

🌸

nefes alamadığım, yazamadığım ve ağlayamadığım bir dönemden geçiyorum. en sevdiğim insanla yan yana olmanın sevinci bile yok içimde.  öylesine boşum ki, laf olsun diye bile konuşamıyorum. hiçlik hissi ele geçirmiş beni, ya da ben en başından beri o histen ibaretmişim.  bilmiyorum. hanne’yle yan yanayız ve susuyorum. onunla susmak bi dert olmazdı bana, bilirdim. konuşmak bir ihtiyaç değildi ikimiz için, biz yan yanaydık, ne olursa olsun birbirimiz vardık ve bu bile yeterdi. yıldızlara bakardık, hiç bilmediğim yıldız isimleri öğrenirdim ben senden. yanında ağlamak de gülmek de yaşamak da ölmek de doğal bir şeydi. birlikte kaybolurduk, birlikte bahsederdik yok olmaktan. ben ne zaman nefes alamasam seni arayıp ağlardım, bugün sana bile sığınamadım. senin yanında bile fazlalık kaldım. bu dünyanın sırtında bir kambur, senin yüreğinde bir dert olarak kaldım. ben böyle olsun istemezdim, ben isterdim ki bu kuyu suyla dolup taşsın, boğulup gitsin içimdeki o his. ben is

ırmağın sonunu aramak üzerine,

yargılanmaya öylesine açık, öylesine savunmasız bi yerinde,  tam ortasında duruyorum hayatımın, hayatın kelimelerimin ve nefesimin bittiği noktadayım işaretlerin ucu keskinleşiyor her geçen gün ben bir virgülün ardına sığınamaz oldum ben bu dünyanın gölgesinde saklanamaz oldum “benim yokluğumdan bu dünyaya bir elbise çıkar sanmıştım” her bir ipliğim ayrı ayrı sökülüyor şimdi can çekiliyor canımdan sanki öylesine çıplağım öylesine bir başımayım, bir o kadar buruk yüreğim bir hayata zorla eklemeye çalışıyorum kendimi “bak, ben de yaşadım” demek istiyorum  olmadığım karelere, olmadığım anılara gözyaşları ekiyorum  olamayacağım insanları suluyorum bu denizin içinde kayboluyorum sanki boğulmuyorum, yitip gidiyorum yalnızca gölgem nerde bilmiyorum, bu mezarlıklar labirentinde, bu kocaman denizin ıssızlığında, ormanın ve ayın parlayan yüzünün tam ortasında, belki karanlıkta belki gecemde belki ta içimde. içim diye bi yer kaldıys

yol arkadaşıma,

bana kaybolduğumda yönümü bulmayı ve yıldızların yerini öğretene, karanlıktan, gölgelerden ve gökyüzünden de bir evren inşa edilebildiğini öğretene, hep ilham verene ama konuşmayı bilmediğini iddia edene, anlamsızlıklar bütünü şu hayata, hatta tek işlevi dümdüz gitmek olan bir tır oyununa bile yüzlerce anlam yükleyebilene, okuduğum her şiirde, gözyaşı döktüğüm tüm filmlerde ve kendime sarılmayı her istediğimde bir şekilde içimde sesini bulduğuma, birlikteyken her şeyin üstesinden gelebilecekmiş gibi hissettiğime,  ağlayarak, kabuslar görerek atlattığım gecelerime ve çaresizliğime yenilmemeyi öğretene, canım yol arkadaşıma, biricik Hanne’ye bir teşekkür mektubu. -bu aptal blogu okuduğunu biliyorum ve seni çok seviyorum deli kız. aniden gelen küçük çılgınlık anlarına, sabahlara kadar durmadan konuşabilmene, ani ruh hali değişikliklerine, hayatı her şeye rağmen sevebiliyor oluşuna ve tüm çirkinliklerden sakındığın o kalbinin güzelliğine, nezaketine

diğer insanlarla kurduğum bağlar kadar bu dünyada izimin kalacağını düşünen bir insan olarak yapayalnızım. farkındayım, önemsiz milyonlarca insandan biriyim. bi şeyleri değiştirebilecek çok az insan var şu dünyada, ben de onlardan biri değilim. ama haddimi de bilmiyorum. madem sıradan bir insansın, dümdüz yaşa öl git işte. niye bambaşka aksiyonlara girmeye çalışıyorsun ki şu hayatta? kameradaki yansımama bakıyorum. bu sen değilsin ki diyorum. gözümden akan yaşa bakıyorum, neden diye soramıyorum. yüzlerce neden var çünkü biliyorum. ölüp gidicem bir hiç uğruna, diğer milyonlarca insanın da olduğu gibi. sayılarla aram pek iyi değil, milyonlarca ifadesi komik kaçıyor bu yüzden. benim ifade edemeyeceğim, aklımın alamayacağı kadar büyük sayılar söz konusu. ama kelimelerle de aram iyi değil, bu mektubu buraya kadar okuduysan anlamışsındır zaten. kalbimi kırıyor. herkesin yaşamak dediğimiz bu korkunçluk içinde daha az parçalanmaya çalışarak batıp çıkması ve hiç soluk

bu bir özür mektubudur:

canım, kalbi hep biraz buruk olanım, bırak kalsın diyenim, en süssüzce gülümseyip sessizce gözyaşı dökebilenim, sessizliğine ve sabrına hayran olduğum, yıllar sonra bugün konuştuk seninle. ben nice alakasız şey için kendi içimden sana küsmüşken uzaklarda yaşadığın onca şeyi dinledim. aramıza gereksiz kırgınlıkları, kocaman insanları ve bazı şehirleri soktuğunu düşünmüştüm bunca süre. yanılmışım -evet, yine. aramızda biriken şey bitimsiz bir acıymış, senin acınmış. bunca zaman bir surete bürünmesine bile izin vermemişsin onun. tüm kötü duygularını kendin bellemiş, nice dikenin içine içine büyümesine ses etmişsin. iyiyim demiş geçmişsin bunca süre. canım, yanında olamadığım onca zamanda yanan canın için sarılamam sana. birikmiş onca küskünlüğü ve tortuyu silemem yüreğinden. hoş, bana kin tutmazsın ya, bilirim. canım, keşke uzun uzun konuşabilseydik seninle. uzun zamandır kurduğum en acı dolu keşke bu. ne zamandır seninle birbirimize hiç göstermek istemedi