🌱







canım kendim,

seninle gurur duyuyorum. her şeyden önce, yaşamayı seçtiğin için. dedenin evinde, yıllarını geçirdiğin o pervazın önünde, boğazında yumru olan her anda ve kaçmak istediğinde... sen yaşamayı seçtin. yaşamın kutsallığına inanmayan ve hayattan hiçbir beklentisi olmadığını iddia eden bir insan olarak sen yaşamayı seçtin. canım maki’m, güzel kızım, nice pencerenin pervazında oturup ağladın sen. hakkın olmayan bir şeyi ararmış gibi hissettin bunca yıl. daha azına layıkmışsın gibi hissettin. yapayalnızmışsın gibi.

yalnızdın da be maki, kimin vardı omzunda iz yapacak? kimin vardı içini dökecek, birlikte yıldız isimleri sayacak? hükümsüzdü gözyaşların. bilirdin, tek bir iplik bile eksiltmezdi bu dünyadan yokluğun. -canım didem’e bir selam: evet, tanrı’nın arkasına saklayabileceğime inanmıştım bir zaman.

ahlar ağacı, tıpkı diğer bütün ağaçlar gibi benim ağacımdı, bizim ağacımızdı. orayı bir mülk olarak görenler aksine, biz ait hissederdik oraya. mononoke gibi bir parçasıydık biz doğanın, ayrı bir şey değildik.

kalbimizde iz bırakan ne çok şey yaşadık seninle be dünya. kaç kez güneşi doğurduk birlikte, kaç sabahın ayazını omuzlarımızda hissettik? kaç sabah çaydanlığın buğusuna kalbimizden bir parça bıraktık? buğulanmış camlara ve ev yapılmaya çalışılan nice odaya kaç kez ah bıraktık? kaç kere daha yere çakacak bu dünya bizi, kaç kere daha kanlar içinde kalacağız? kanatlarımız yok, evet kabul ama bir kez olsun uçamaz mıyız?

yok olup gitmek isterdim bir zamanlar, üzülünce elimden gelen tek şey bu his sanırdım. kalabalık bir aile sayılmazdık, ama yok olmak hep kolaydı. kimse sizi aramayınca yok hükmüne düşüyordunuz. gözyaşlarınızı görmek isteyen olmayınca sessizce ağlamanıza da gerek kalmıyordu üstelik, hıçkıra hıçkıra ağlasanız da duyan olmazdı. ama sessiz ağlamak bir alışkanlıktır: ağladığı için daha çok dayak yiyen küçük bir çocuğun alışkanlığı. yollarda geçen hayatı boyunca, otobüs duraklarında, vapurda...dünyanın her bir köşesinde ağlayan birinin alışkanlığı.

gözyaşlarımdan ektiğim her yeri yuvamdan bir parça addederdim, hiçbir yere sığdıramazdım kalbimi. sanki hep fazla hızlı atardı, sanki hep bir kamburdum bu dünyanın sırtında. sevdiğim kimseler sanki hep erken gidecekti, kimi sevsem lanetlenecekti sanki.

ben hep, boynum bükük pencere pervazından yolu izleyen ve kimi olduğunu bilmesem de birilerini bekleyen o çocuk olacaktım sanki. her seferinde kimsenin gelmemesine içlenecektim. selim’le okul bahçesinde bekleyecektim, babam gelmeyecekti. matiz’i sevmek isteyecektim, yüreğim yetmeyecekti. büşra’nın mezarına köpek öldüren dökemeyecektim. momo’nun aynasını hiçbir gece göremeyecektim.

kuleden atlayacak cesaretim de olmayacaktı hiçbir zaman, ben hep o pencereden bakmakla yetinecektim.

sevmek istemiştim ben bu dünyayı, sevmek istemiştim. onca imkansızlığın arasında bir şeyi mümkün kılmak istemiştim. “doğrularını hiç kimseye bulama.” öğüdüne inat, birlikte sorular sormak istemiştim. mektuplar yazmıştım dünyaya, posta pulsuz. sevmiştim insanları, umutsuz.

yirminci yılım bu dünyada, ne bekliyorum bilmiyorum. (sanki) hala pencere pervazında (dedemin evinde) oturmuş (babamın gelişini) bekliyorum.

yirminci yılım bu dünyada ve hala her şeye inat seni seviyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

Momo ya da zamanı kurtaran küçük kızın masalı

Maki’ye Mektuplar -1