yol arkadaşıma,

bana kaybolduğumda yönümü bulmayı ve yıldızların yerini öğretene,

karanlıktan, gölgelerden ve gökyüzünden de bir evren inşa edilebildiğini öğretene,

hep ilham verene ama konuşmayı bilmediğini iddia edene,

anlamsızlıklar bütünü şu hayata, hatta tek işlevi dümdüz gitmek olan bir tır oyununa bile yüzlerce anlam yükleyebilene,

okuduğum her şiirde, gözyaşı döktüğüm tüm filmlerde ve kendime sarılmayı her istediğimde bir şekilde içimde sesini bulduğuma,

birlikteyken her şeyin üstesinden gelebilecekmiş gibi hissettiğime, 

ağlayarak, kabuslar görerek atlattığım gecelerime ve çaresizliğime yenilmemeyi öğretene,

canım yol arkadaşıma,

biricik Hanne’ye bir teşekkür mektubu.

-bu aptal blogu okuduğunu biliyorum ve seni çok seviyorum deli kız.

aniden gelen küçük çılgınlık anlarına, sabahlara kadar durmadan konuşabilmene, ani ruh hali değişikliklerine, hayatı her şeye rağmen sevebiliyor oluşuna ve tüm çirkinliklerden sakındığın o kalbinin güzelliğine, nezaketine ve gülümseyişine hayranım.

birlikte çok ağladık, çok dertleştik, çok sayıp sövdük. ama ben istiyorum ki senin yüzün hep gülsün. birden çok istediğin o tiyatro oyununa bilet bul, sevdiğin bir hocan attığın mesaja dönsün, güzel bir kitap bul. sonra tüm bunların sevincini birlikte paylaşabilelim. çünkü biliyorum ki üzüntü de sevinç seninleyken maskesiz, sansürsüz. seninleyken olmadığım biri gibi değilim asla. aklımdan geçen en saçma ve alakasız şey bile bir yerlerde bir şeye dokunuyor. ben anlatamasam da sen anlıyorsun kalbimden geçeni.

birlikte çok şey keşfettik. seninle keşfettiğim her şey o kadar kıymetliydi ki benim için. yaşamayı öğrenmeye çalışırken, hep aynı yerlerden kırılırken ve aynı çaresizliği hissederken yan yanaydık. fiziksel olarak yan yana olamasak da bir telefon uzaklığındaydık birbirimizin. gecenin bir vakti seni arayabileceğimi bilirdim, pat diye çıkıp pijamalarımla sana gelebileceğimi bilirdim. aniden bir öfkeyle dolduğumda sana yazardım hep. keşke öldürülmesek’lerimizde kolumuzun kırılıp yen içinde kalması gerektiğine her isyan edişlerimizde, kısılan seslerimizde ve döktüğümüz gözyaşlarında hep ortaktık. benim bunca öfkeyi yetersizliklerimle ve cahilliklerimle anlatmaya çalışmama ve dilimin dönmeyişine “şiir” derdin sen hep. bir de severdin o şiirleri, ben bol bol saçmalar sana okuturdum. ne diyeceksin diye gözünün içine bakardım hep, senden başka kimseye okutmazdım onları, okutamazdım da.

birlikte keşfettiğimiz tek şey acı değildi, gezmeyi de çok severdik seninle. alakasız bir ara sokağa sapar, ayaklarımız acıyana ve çalıntı vaktimiz son bulana dek yürürdük. biraz olsun yaşamaya çalışırdık, tadını hiç bilmediğimiz şeyleri dener, kendi küçük sınırlarımız içinde mümkün olan en uzak yerlere giderdik.

farklı hayatların da mümkün olduğunu düşünmeyi ve hayal kurmayı severdik. aynı kitapları farklı zamanlarda habersizce okur, sonra bunu fark edince çok mutlu olur ve saatlerce konuşurduk. aynı kelimelere, aynı şiirlere bambaşka anlamlar yüklerdik. ben dünyayı senin bakışından görmeyi hep çok severdim. öyle küçük şeylerden umut bulabilirdik ki. yine, öyle küçük şeylerde bile boynumuz bükülebilir ve göz göze gelebilirdik ki. ufacık bir virgülün, bir gülümseyişin ve ara sözün değerini en çok biz bilirdik. yalnızlığın o acı tadını en çok biz bilirdik. diğer herkesin ve her şeyin kalbini kırabilme ihtimaline karşın hep kendini kollaman gerektiğini en iyi biz bilirdik.

tanışmasaydık ne yapardım o kadar bilmiyorum ki. bu dört kişilik küçük evrenimizde- sen, ben, Didem ve Ursula- çıldırmamaya çalışır ve her fırsatta kendimizi anlatmaya çırpınırken; ama hep yapayalnız hissederken ve kendimize milyonlarca etiket arasından uygun etiketleri aramaktayken -ve her seferinde aynı döngü tekrarlanırken ve hepimiz bundan bıkmışken- sen derdini dökmek için dilin sınırlarını zorlar ve yepyeni kelimeler icat ederken ve yeri gelip Orhan Veli’ye çıkışır “Orhan Veli, gel de şiirini oku. Anlatamıyorum ben derdimi bu kelimelerle.” derken ve sözlere kızarken ve belki biraz da küserken; ben hep yüzümde kocaman bir gülümsemeyle seni izledim. uygun kelimeyi arayışını, onca saçmalık arasında çıldırmayışını izledim. hala umutlu oluşunu izledim. yetmezmiş gibi bana da umut oluşunu izledim. ve sıkılmadan bir ömür boyu yüzümde aynı gülümseyişle seni izleyebilirim, yıllar geçerken ve sen büyürken, hatalar yapıp kendine ve hayata söverken, gülerken, ağlarken ve yaşamayı öğrenirken... ben hep burada olucam.
hep yakınında, hep yanında. hep kafanı çevirdiğinde ya da telefonu eline aldığında ulaşabileceğin mesafede. 
bu karanlık elbet bir yerde bitecek, yeter ki sen gülümsemeye devam et.



-maki

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

Momo ya da zamanı kurtaran küçük kızın masalı

Maki’ye Mektuplar -1