“hüznün isyan olur”



ah bizim her gün kendini bir başka yerinden onarmaya bırakılan ciğerlerimiz.
her seferinde bir başkasının kaburga kemiğinden doğan bedenlerimiz.
hep aidiyet ekleriyle dolu isimlerimiz, ama asla kendimize ait olamayışlarımız.
ah bu ağrılı başımız ve ayıklamadığımızda boynu bükük bekleyen semizotlarımız.
başını her gün okşadığımız küstüm çiçekleri.
yarasını sardığımız sokak kedileri.
ve omuzuna başımızı yaslayabileceğimiz dostlarımız.

yasaklar,
ve ismimizin önüne getirilen bir takım sıfatlar
hiç sormadan boynumuza geçirilen bir ip
gözlerimizi bağlayan eller
nefesimizi tuttuğumuz nice an,
kalbimizin buz kesişi
kanımızın bedenimizden çekilişi ve sessizce ağlamak zorunda bırakılışımız

kendimize kurduğumuz kartondan evler
ve o evleri parçalayan eller
boğazımızda bir düğüm,
içimizde hep bir yaşam savaşı
durmaksızın hep büyüyen ince bir sızı 
ve hep kaçmak bir şeylerden
kendinden, hayatın kendisinden
bir takım gerçeklerden
ve bazen gerçek olmayan kişilerden
hep koşmak ve dinlenme hakkının hiç tanınmayışı

sorgulanış,
her anında yüzlerce düşünce kafanın içinde
bu uygun muydu şimdiler
bu bana yakışmazdılar 
bunu giyersem mazallahlar 
ve daha neler neler
yüzünde donup kalan gülüşler
ardından bir televizyon haberi
“kahrolsun katiller”

kahrolsun katiller!
peki katil kim, katil hangimiz
hangimiz o camdan itti 
hangimiz bıçakladı
ve hangilerimiz tuttu kapıyı
bize bunca nefreti kim aşıladı?
kim öğretti kadınlara kendini gizlemeyi
bir saç telinden, kendi bedeninden 
gözünün içinden, nefesinden, gülüşünden tiksinmeyi
kim öğütledi her yerini sıkı sıkı örtmeyi

kim anlattı sana küçüğüm, söyle: tüm bu zorunda kalışları
alıp başını gidemeyişleri
kısacık çalıntı anlarda durup kendine sarılabilmeyi
hayatın o çalıntı anlardan ibaret olduğunu,
nadiren ve çok zor da olsa kendini sevebilmeyi
yaralarını saranın sadece kendin olacağını
bir türkü yakabilmeyi, şiir okuyabilmeyi
bir takım dertlerin ciğerlerin toprakla dolana dek süreceğini 
-hatta bazılarının o zaman da devam edeceğini-
sana kim öğretti?
kim taşıdı bu sessizce kabul edilen yeminleri nesilden nesle?
kim sırtlandı bu kamburu daha ilk nefesinde?
ve küçücük bedenin bunca yükü nasıl taşıdı?
nasıl kabul ettin böylesine bir yaşamı
kim öğretti kalbimize taşlaşmayı
ve küçük bir çocuktan “kadın” yapmayı



kim seçti bir şeylerin daha azı olmayı, her nefesinde
kim seçti taşlanarak ölmeyi tarih boyu
ve kim isterdi varlığının bile günah oluşunu
kim isterdi gömülmeyi diri diri
kim isterdi hakir görülmeyi, söyle!
kim seçerdi çaresizliği
mosmor olmuş suratlara rağmen yuva yapılmaya çalışılan taştan evleri
kim seçerdi küçücükken n kadın olmayı
ama evlenmeden insan sayılmamayı
kim seçerdi büyüyüp seni taşlayacak bir nesli doğurmayı
büyütürken büyümeyi ve hep verici olmayı
hep özür dileyen ve alttan alan taraf olmayı
susmayı, kabullenişi ve gölgelerde yaşamayı
“sınırlarını” bilmek ve korumak zorunda kalmayı
kola takılan bir çanta gibi oradan oraya sürülmeyi
ve hep gurbette olmayı...


ve içinde birken onca karanlığa ve acıya rağmen hep güzel olman gerektiği için - ama sokakta da dikkat çekme şimdi bak, ona göre- bir indirim sebebi olsa da herkese ve her şeye gülümsemen gerektiği için -ama her önüne gelene de gülümseme bak- her şeye rağmen bir şeyler yapmaya çalıştığında ve önüne yüzlerce engel çıktığında, tüm bunları aşsan da aşamasan da,  günün sonunda yine birilerinin karısı, anası şeklinde tanımlanacağın için ve bu topraklarda kadın olmak hep çok acı çekmek anlamına geldiği için, tüm bu gerçekler için üzgünüm: gözyaşımız ortak, gülüşümüz bir, derdimiz baki.

gerçekten çok üzgünüm , elimden gelen tek şey sana sımsıkı sarılmak küçüğüm, elimden gelen tek şey yalnız olmadığını anlatmaya çalışmak. 

elimden gelen tek şey her sabah kalkıp bu yaşamak oyununu sürdürmek ve her şeye rağmen yaşatmaya çalışmak.

buraya bir ağıt bırakacaktım ama daha fazla ağıt dinlemeyi yüreğimin kaldırmadığını fark ettim, o yüzden: ağıttır ve aynı zamanda yara bandıdır:

rehber-büyük saat

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

-

1.50 ve öfkeli