Haklı Bir İsyan: Tenar’ın Çilesi



Dikkat dikkat, işbu yazı fazlaca Yerdeniz spoilerı ve bir tutam da bezmişlik barındırmaktadır.

Bazen okuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz dizilerde veya bize anlatılan masallarda bir şeyler güzel olsun isteriz. Gündelik hayatta eksikliğini çektiğimiz, sinirimizi bozan ne varsa tam tersine dönsün değil mi? Nasıl olsa kalem elimizde. Ama öyle değil işte. Masallar çoğu zaman can sıkıcıdır, hep en sevilen karakterlere kıyılır ve hiçbir hikaye tamamen mutlu sonlanmaz. Bu yazıda Tenar’ın kendine çizdiği yoldan ve bu yolun beni nasıl üzdüğünden yakınacağım. Her şey bu kadar gerçek gerçek olmak ve boğazımızı düğümlemek zorunda mıydı be Ursula ninem?
 Atuan Mezarları’nda Tenar’ın hikayesini okuduğumda aklımda müthiş bir yol çizmiştim ona, en az Ged’inki kadar müthiş, Halkanın Tenar’ı olmaya yakışan bir yol… Tehanu’da okuduğum Tenar’sa içimi acıtmıştı. Benim beklediğimin aksine kendini büyüye ve diğer öğretileri öğrenmeye adamamış, olmak istediği insan olmuştu. Aslında bu bir noktada gerçekten takdir edilmesi gereken bir tavırdı, onca şeyi bırakıp istediğinin peşinden gitmesi. Bunu kınamak benim hakkım değildi, yıllarca bir zindana kapatılan, başı önüne eğilen ve ne olduğunu bile anlamadığı bilgilerin koruyuculuğunu yapma görevi küçücük yaşlarda omuzlarına yüklenen ben değildim. Sıradan biri olmak istediği için suçlu olan da o değildi. Sıradan olan, okuyucuya daha az epik gelen daha kötü değildi. Hatta çoğu zaman için daha büyük daha destansı olan şeylerden vazgeçmenin ve kendin olmanın daha büyük bir erdem olduğunu düşünürüm. Beni üzen şey, kitabın ilerleyen kısımlarında, ben bu yolu seçtim ama hiçbir zaman tam olarak içlerinden biri olamadım, dediği yerdi. Bir seçim yapmak zorunda olmasına, özgürlüğüm diye yaptığı seçimin, kendini bir yuva kurup oradaki insanlar için ömrünü adamaya ikna etmek olmasına üzülmüştüm. Gerçekten sevmiş olabilirdi, bu mühim değildi. Oğlu eve döndüğünde tabağını yıkamadan kalkıp gittiğinde, onu istediği gibi yetiştiremediği için ağladığında üzülmüştüm. Sadece kadın olduğu için aşağılandığında üzülmüştüm. Ged’le olan ilişkilerinde bundan iki kitap önce eşit iki insan olarak birbirlerine yaklaşırlarken Tehanu’da Tenar’ın dul bir kadınım sen de beni kurtardın, e o zaman hadi evlenelim tavrı beni aşırı rahatsız etmişti. Bu ilişki farklı farklı onlarca şekilde işlenebilirdi ama işlenmedi. Hepimiz Tenar’dan farklı beklentiler içindeydik, ama Ursula bize bunun bir masal olmadığını Tenar üzerinden çok güzel bir şekilde anlatmış oldu.
Ben de onun hikayesini okurken içinde yaşadığım gerçekliği düşündüm. Küçüklüğünde baskılanarak yetiştirilmiş kız çocuklarının biraz olsun başlarını kaldırabildiklerinde kendini arayışlarını düşündüm. Hangi yola sapacağını, toplumun çoğunlukla onaylayacağı gibi müşfik, evinin hanımı, çocuklarının annesi ve bir takım yaralar almış erkeğin şifa bulduğu merhametli kişi olarak mı kalacağını yoksa herkesin yarı korku yarı tiksintiyle baktığı yaşlı bir köy cadısı mı olacağını seçmek zorunda. Çünkü hayat, en az masallarda olduğu kadar zor hepimiz için.
Evet, hikayenin bundan sonraki kısmı biraz fazla kişisel ve direkt olarak Tenar’ın seçimine niye bu kadar içlendiğim sorusunun cevabını da barındırıyor sanırım. Atuan Mezarları’nda yaşayan Tenar birçoğumuzun çocukluğunu, çocukken yaşadığımız korkuları, olmamız istenilen insanı ve içimizde küçük küçük filizlenen isyanları gösteriyor. Bu baskının konusunun ne olduğu önemli değil; birine sen şusun, şunun için var edildin ve hayatın bu şekilde geçecek deyip bir ömür biçmek fazlaca yapılan bir şey. Çoğu zaman için içinde kendimizi bulduğumuz ve ne yapacağımızı bilemediğimiz, elimizi kolumuzu bağlayan bir durum. Aklımız bir şeylere ermeye başladığında, tepeden inme bir halde gelenin aksine bir yol çizmeye bir karakter oluşturmaya çalışıyoruz kendimize. Pek çoğumuzun aklından geçmiştir, içinde yaşadığım evreni en baştan tasarlasam, şu şartları silip atsam, bu özelliğim olmasa nasıl olurdu diye düşünceler; ama bir şekilde bu gerçekliği değiştiremeyeceğimizi fark ettikten sonra elimizde kalana bakıyoruz ve onunla idare etmeyi öğreniyoruz. İçimizdeki gölgeleri mahzenlere kapatıyor, onları yok sayıyoruz. Yaşayıp gidiyoruz, karanlıkta yolumuzu el yordamıyla da olsa buluyoruz. Başka türlü yaşanılmaz sandığımız için bu mutsuzluğa tahammül ediyoruz, normal olanın bu olduğunu hayatın pek de öyle keyifli bir şey olmadığını düşünüyoruz. Bir rol biçiyoruz kendimize, ben buyum ve bir daha da değişmem deyip ona tutunuyoruz. Derken bir gün bir şey oluyor, o şey ayna tutuyor bize. Kendimizi başka bir insanın gözünden görüyoruz, acımızı görüyoruz. Seçmek istediğimiz yolu, seçmeye cesaret edemediklerimizi görüyoruz. Şu zamana kadar kendimiz olarak tanımladığımız şeyi, bir kabuğu bırakıp gitmek zor geliyor bize. Olmadığımız bir şeye zorlanıyormuş gibi hissediyoruz. Gökyüzü yok oluyor, Kassiopeia kayboluyor birden. Kendimizi bir boşlukla buluyoruz, bir seçim yapana ve sorumluluk alıp gözyaşı dökmeye hazır olana dek dinmeyecek koca bir boşlukla. Yok saydığımız takdirde her an giderek büyüyecek ve içimizi ele geçirip bizi hasta edecek bir hisle.
Sanki o hisle aynı mahzenin başında durmuşum ve kendimi zerre tanımadığımı fark edip donup kalmışım. Hani şundan birkaç ay önce, Artık önümde gidilecek bir yol olmadığına göre, saat çiçeklerimin hepsi solana veya Kassiopeia kabuğunu onarmanın bir yolunu bulana dek özgürüm.
Sonsuza dek hata yapıp binlerce parçaya bölünmekte, yolumu ve yıldızımı kaybetmekte özgürüm.’’ demiştim ya burada, sanki yıllardır aynı mahzenin başında bir yön seçmek için bekliyor ve hiçbir karar alamıyormuşum gibi hissediyorum. Seçtiğim yolun en sonunda istemediğim bir yerlere çıkmasından, cadılık yapamamaktan korkuyorum. Kendim olarak tanımladığım şeyin ne kadarı bir yanılsamadan ibaret bilmiyorum. Gölgelerden, insanlardan ve kendimden çok korkuyorum.

Ps: Güya bireysel bir yazıya dönüşmeyecekti, yine kocaman bir karamsarlık denizinin içinde yüzmeyecektim, son yazıdan sonra şuraya yazdığım ilk yazının pozitif bir şey olması için uzunca bir süre inat ettim, ama sanırım olmuyor. Pes. Benden bu kadar.

Pss: Bu yazının izleyin/okuyun/dinleyin önerisi, ‘‘Skhizein’’.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

Momo ya da zamanı kurtaran küçük kızın masalı

Maki’ye Mektuplar -1