Kassiopeia'nın Kabuğundan Geriye Kalan





Kassiopeia; en yıldızsız,en dumanla kaplı gecelerde bile yolumuzu aydınlatmaya devam eden,içinde zamanın aktığı büyülü kaplumbağanın adı.

Momo'nun biricik yoldaşı,zaman çiçeklerine giden yolun pusulası.

Peki günlük gibi kullandığım,yürüdüğüm yolla ve o yolda yürürkenki duygularımla bezediğim bu bloga attığım yazılardan birinin başlığında ne işi var?

Bu kasislerle dolu yolda hepimizin kendi küçük Kassiopeia'sı var.Bize ışık yakan,yol gösteren...Ama ben benimkini yitirdim,kabuğu bir daha hiç tamir olmayacak şekilde çatladı.
Artık benim kendime ait bir zamanım,gideceğim bir yolum yok.Sapacağım bütün sapaklardan,alacağım her bir karardan kendim sorumluyum.Ve sonumun Gigi gibi olmasından çok korkuyorum.Gökyüzüne baktığımda parlayan o küçük yıldızı görememekten,bir gün masal dinlemeyi vakit kaybı olarak görmekten,oyunu kurallarına göre oynamayı kabullenmekten çok korkuyorum.


Kilometrelerce yürümek istiyorum,sanki tüm dünyayı boydan boya adımlayabilirmişim gibi hissediyorum.Ne olduğunu bilmediğim,ama sızısını içten içe hissettiğim bir şeyler var.

Kendime dair bir şeyler sobelemek istiyorum.''Belki bir gün mutlu olabilirim.'' demeyi değil,mutlu olmayı istiyorum.
Ömrümde bir kere daha göremesem de,bir kez orada bulundum demek istiyorum.

Belki de sadece mimiklerimi kontrol etmeye çalışmamak.
Yolda yürürken,bir yerde otururken,bir şeyler yiyip içerken ve öylece yaşayıp giderken kaşlarımı istemsizce çatmamak.
Yıllar sonra içinde gülümseyerek bulunduğum bir fotoğrafa gözyaşlarıyla bakmamak.


Bundan seneler önce ''Anne,ben neden mutlu olamıyorum?'' diye sormuştum.Çok mutlu hissettiğim/benim için güzel geçen bir günün ardından hıçkıra hıçkıra ağladığımdan bahsetmiştim.Anne ben mutlu olmayı beceremiyorum,demiştim.Üstelik insanların mutlu olmak için hiçbir çaba sarf etmemesi ve öylece mutlu olabilmesi gibi bir durum vardı.Beni mutlu edebilecek bir şeyse yoktu.Hiçbir zaman ''Şunu istiyorum.'' dediğim bir doğum günü hediyesi olmadı veya ''Şunu yaparsam mutlu olurum.'' dediğim bir şey.Belli bir dönemi atlatınca veya bir yerlere gidince de mutlu olacağıma inanmadım.Çünkü,bana göre mutluluk gittiğin yerlerden ve yaptığın işlerden bağımsız olarak senin kendi içinde götürdüğün bir şeydi ve bende yoktu.Hiçbir zaman da olmamıştı,bu durumu kabullenmiştim.İçten bir gülümsemem -iyi günümdeysem eğer-otuz saniyeyi geçmezdi,sonra dalıp giderdim.Gülümsüyormuş gibi yapmaya çalışırdım,canım yanardı.

O haldeyken insanlarla göz göze gelmekten korkardım.Kendimle kalmak isterdim,saçmak istemezdim içimdeki o zehri.

Yolda kaldırımdan değil,küçük bir şeritten yürürdüm.
Azıcık sarsılsan düşeceğin upuzun bir ip gibiydi.
Yanımdan arabalar geçip gider ama aceleleri olduğu ve hızlıca yol aldıkları için suratımdaki o ifadeyi görmezlerdi.
Göz göze geldiğim bir çocuğa gülümseyememek beni üzerdi.
Gülümsemek isterdim ama kaslarım itiraz ederdi sanki,yapamazdım.

Geçmiş zamanla yazmam bunların geçip gitmiş olmasından,artık yaşanmıyor olmasından değil.Sadece ben yokmuş gibi davranmaya çalışıyorum.

Hayatımın bir noktasında -ki bahsettiğim nokta tam da burası oluyor- içinde içtenlikle gülümseyebildiğim bir karenin ortasında buldum kendimi.

Ama öyle pat diye değil,yavaş yavaş usulca gelişti bu durum.Hissedemeyeceğim kadar yavaş gelip yerleşti içime.Ben,bu aynı kareyi paylaştığım insanların yanında kendimi güvende hissetmeye başladım.Kendim gibi hissettim.
Ne konuşmam ne de susmam için zorlanmadığımdan,yaptığım hatalarla bana bir değer biçilmediğinden,ne zaman ihtiyacım olsa yanı başımda sarılmaya ve konuşmaya hazır halde bulduğum o insanlardan; azarlamadan kırıp dökmeden ve üşenmeden yapılan o uzun açıklamalardan,koşulsuzca sevmeyi,bunu saklamamayı ve bundan utanmamayı,geçmiş için,olduğun insan için pişmanlık duymamayı ve ne olursa olsun yalnız olmadığımı öğrendim.
Ve korktum,hem de çok korktum.Böylesine değer verip dibe çakılmaktan,bir daha oradaki gibi gülümseyememekten,insanlara değer vermekten çok korktum.Korktum,çünkü artık kendimi gizlemediğimi kalbime perdeler çekmediğimi fark ettim.Ama olduğum insanı ve duygularımı o kadar uzun zamandır saklamıştım ki,o perdeyi çekmekten ve gün ışığına çıkmaktan korkuyordum.Mutlu geçen her akşamın ardından ağladığım gibi o akşam da ağladım.Ama o akşam döktüğüm göz yaşları kabuğun içine dek sızabiliyordu,çünkü kabuk çatlamıştı.O göz yaşları yolu değiştirdi ve ben bunu hissettim.Artık bir şeylerin değiştiğini bilerek uyandım o sabaha.

Yeni zaman çizgisi belki bana daha az hüzün getirir diye düşündüm.
Vaktinde çok sevdiğim bir insanla sevmek üzerine konuşurken ''Çok sevmekle çok hüzünlü olmak birbiriyle ilintili değil mi?'' diye bir soru sormuştu bana.Bilmiyorum,belki içimdeki bitmek bilmeyen bütün o duygulara bir kılıf uydurmak istiyorumdur.O yüzden bu kadar sıkı yapışmışımdır bu söze.Çünkü bazen bütün duyguları bu derece şiddetli yaşamanın,en ufak bir şeyde bile duygusal bağ kurmanın beni ne kadar yıprattığını fark ediyordum.
Bu yüzden,veda etmem gerektiğini bildiğim bir takım şeylerle ayırdım yollarımı.Bu,canımı yakan ve bana ağır gelen bir şey olsa da yaptım.


Artık önümde gidilecek bir yol olmadığına göre,saat çiçeklerimin hepsi solana veya Kassiopeia kabuğunu onarmanın bir yolunu bulana dek özgürüm.
Sonsuza dek hata yapıp binlerce parçaya bölünmekte,yolumu ve yıldızımı kaybetmekte özgürüm.


Kapanış,
Bu sefer şarkı değil,çok sevdiğim bir şiir,okuyun mutlaka ama.
Birhan Keskin-Kargo

-Maki




Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

muhit’e