- Thorn'da Görüşür Müyüz Ki?



mühim not//İşbu yazı Her Yerden Çok Uzakta'dan,Bizim Büyük Çaresizliğimiz'den ve Maki'nin hayatından bazı parçalar konusunda spoiler hükmünde olabilecek kesitler içermektedir.


küçük not-
*Uzunca bir yazı olduğu için birkaç parça öneri bırakıyorum.*

Lilium - sleep inside
lilium - Miles Away
Low - Lullaby
Lilium - Angels
Pink Floyd - Julia Dream
Clint Mansell - "The Night Cafe"
Clint Mansell - "The Sower with Setting Sun"


-

İnsanlarla ilişkilerimizde ''Bunu yap,bunu yapma'' diyen,yakınlığımıza ölçü çeken sınırlarımızı belirleyen şey nedir?Neye göre birbirimizin en yakını/dostu/sevgilisi oluruz mesela?Bir cümle kurmadan önce durup düşünüp ''Yok,bu fazla kaçar herhalde.'' dememize sebep olan şey nedir?

Veya birini sevmek elimizde olan bir tercih midir?Biz mi karar veririz buna?Yoksa sadece olayların akışına mı bırakırız kendimizi?

Aşk betimlenildiği kadar büyük ve büyülü bir şey mi?
Peki gerçekten ''en''lerle başlayan cümleler kurabiliriz miyiz şu hayatta?
En büyük düşmanlar,en büyük nefretler...Var mı gerçekten?
Yoksa hayatlarımız daha az şaaşalı bir simülasyondan,küçük bir parodiden mi ibaret?
Gerekli yerde gerekli küçük rolümüzü oynayıp çekilecek miyiz bu perdeden?

Ah ne klişe konuşuyorum,bilsem,bilsem tek bir cevabın olmadığını.
Belki daha az soru sorabilirdim böylece.
Ne güzel betimlemişti Owen ne üzerine konuştuklarını soran kendine:

''Yaşam üzerine konuştuk. Yaşamın anlamı nedir diye sorular sormanın bir yararı olmadığına karar verdik; çünkü yaşam bir yanıt değil, bir sorudur ve yaşamın yanıtı siz, kendinizsinizdir.''

Yine aynı Owen sanki hepimizin dillendirmeye çekindiği onca şeyi tek bir cümleyle sığdırıvermişti Natalie'ye.

"Korkuyorum" dedim,
Paltomun içine doğru, "Neden?" diye sordu.
"Yaşamaktan."
Bana sarıldı, ben de ona sarıldım.
"Ne yapacağımı bilmiyorum" dedim. "Daha yıllarca yaşamam gerekiyor, bunu nasıl becereceğimi bilmiyorum."

Owen'ın yaşama korkusu,kendi küçük Thorn'una kapanma ve gelecekle yüzleşmeme isteği o kadar tanıdık o kadar içimden kopup gelen bir şeydi ki.Ursula'ya dönüp ''Ah yaşlı büyücü,yine içimizi okudun ve bizi kendimize döndürmeye çalışıyorsun değil mi?'' demiştim.Sonra o da bir ejderhanın sırtında uçup gitti buralardan,-ki bu bambaşka bir derdin ayrı bir parçası- zaten büyücülerin hep bir çay içimi süresince buralara uğradığına inanmıştım ben.O yüzden çok ağlatamadı bu uçuş beni.

Belki de kendi küçük kayamı oluştururken içine sevdiğim insanları ve kendimi dahil etmediğim içindi.Yoksa o kaya defalarca kez tuz buz olacaktı,biliyorum.Dün belki ilk kez değil ama son kez bu kadar şiddetli bir şekilde kayanın yokluğunu hissettim.İçime kelimelere bile dökmek istemeyeceğim kadar şiddetli bir boşluk duygusu gelip yerleşti.Çöktü üstüme,kalkıp gitmek bilmedi bir türlü.Sanırım artık tutunamıyorum buraya dedim.Kendimi artık ilk akıntıya bırakıp gitmenin vakti gelmişti,ama sorun şuydu ki günlerdir beklediğim halde başıma hiçbir büyük felaket gelmiyordu.Ne taze bir ölenim ne uğruna gözyaşı dökmeyi meşru kılabileceğim bir derdim,ne bir acım...yoktu.Hiçbiri yoktu.Sadece o boşluk ve bulantı vardı.O boşluğun yerini adetim olduğu üzere acıyla doldurmak istedim,yapmadım.En son o kadar hiçbir şey hissetmedim ve bu his beni öylesine korkuttu ki,elime bir bıçak aldım -kendimi öldürmek veya büyük bir zarar vermek niyetinde kesinlikle değildim- sadece elimin üstüne küçük bir çizik atacaktım.Bir şey hissetmem gerekiyordu.Acısını çekmediğim bir gerçekliğe ait olamayacağımı biliyordum.Doğal bir acı çekemiyorsam,kendi kendime yapay da olsa bir acı çektirirsem belki bu beni tutup sarsar ve içinde yaşamak zorunda olduğum gerçekliğe döndürür diye düşündüm.Ama elime bıçağı aldığım o kriz anında birden durup sakinleştim.Sakinleştim de denilemez tam olarak aslında ama,hep içine kapılmaktan korktuğum deliliğin kıyılarına ne kadar yakın dolaştığımı fark ettim,işte o an durdum.

Durdum ve kendime döndüm.Düşündüm.Bana her şeyi bu denli tahammül edilemez gösteren şey neydi?Neye dayanamıyordum ben?Yaşamaya.İnsanlara,kendime,hayata,nefes alıp vermeye,gün doldurur gibi yaşamaya.Beni bu hapishaneye mahkum eden kimdi peki?Pek sevgili kendim.Ne yapacaktım peki?Dayanamıyorum deyip kendimi mi kesecektim?Hayır.Böyle yaşayamıyorsam yaşanabilecek şekilde düzenleyecektim hayatımı.Elime bir kitap aldım,kelimeler bana çoğu zaman iyi gelirdi.Ne olursa olsun bırakıp gitmezlerdi beni değil mi?

Elime aldığım kitap da biraz yaşamak biraz yaşayamamak üzerineydi.Sanki farklı bir çizgideki kendimle tanışmak gibiydi,Ender'in dilinden hayatlarını okumak.
Ki,ben bunu çok çok severim.Farklı farklı hayatların içinde alternatif küçük Makiler düşlerim,böyle olsaydı ne yapar nasıl kararlar alırdı diye.Kendi hayatım üzerinde herhangi bir karar almaya,kendi hayatımı yaşamaya çekinirim ama hayallerimde çekinmem bazı büyük şeyler için.Sonsuz power-up alma hakkın varken ölmekten kim korkar ki?Defalarca başa sarabileceğim,mahvettiğim yerleri dönüp yamayabileceğim bir şans oluyordu kafamın içinde.Bu yüzden çok daha özgür,çok daha rahat hareket edebiliyordum.
Ama bu rahatlık durumu Ender için geçerli değildi.Çünkü Ender dillendirmekten korktuğum şeyleri dillendiriyordu.Evden çıkmasını hiç gerektirmeyecek bir işi vardı,insanlarla yalancı ilişkiler kurmasına gerek yoktu ve bu uzaktan gözüktüğü kadar toz pembe bir şey değildi.Kendini izole ettiğin zaman insanlara olan tahammülsüzlüğün gittikçe katlanıyordu.Yalanlar söylüyordun belki kendine,ama gün geçtikçe bunların yalan olduğunu da yine kendi sesin haykırıyordu yüzüne,çünkü en çok kendinleydin.Owen'ın kendi kendine ''Ben entelektüelim.'' diye bağırması gibi kendini dünyanın geri kalanından soyutlamana haklı gerekçeler bulmak istiyordun.Seni zorlayacağını bildiğin çeviri işlerine veriyordun mesela kendini.Bu,sana daha çok kendinmiş gibi hissettiriyordu,daha iyi hissettiriyordu.Kitaplarınla bol bol vakit geçiriyordun istediğin gibi,çünkü senin yerin onların yanı onların dünyasıydı.Çünkü,insanlar giderken onların arkasından bakan hep sendin.İnsanlar sana evdeki bir eşya gibi davranırken yaşayan bir insan olduğunu,bir kalbinin olduğunu kanıtlamaya çalışan sendin.İnsanlar Çetin'le ilişkinizi sorguladığında orada olup hesap vermeye çalışan çoğu zaman sendin,Çetin daha hesapsızdı sana göre.Sen insanları düşünürdün,dert ederdin kendine.Onlar seni dert etmese bile.En çok de kendi iç sesine hesap veremez,kendi sınırların konusunda düşünürdün.Bu hayatta ''sınırlarım'' dediğin ne vardı?Ne için aşardın o sınırları?Kim için?''Bu yaptığım doğru muydu?'' diye düşünüp kendini deşerdin boyuna,değdi mi diye düşünürdün.Korkaktın hem biraz,yaşamaktan içinden geldiği gibi yaşamaktan ve yaşamın sana getirdiklerinden korkuyordun.İnsanlardan,insanlarla geçebilecek konuşmalardan verilecek hesaplardan korkuyordun.
İşte tüm bunlar yüzünden seninle ilgili şeyler okumak,kitabın sonuna geldikçe daha da korkuttu beni.Senin sonunla kendi sonum arasında bir paralellik kurmaya çalışacağımı biliyordum çünkü.Tıpkı senin hayatında olup biten her şeyle Nihal arasında bir bağlantı kurmaya çalışman gibi.Ben de hep sevdiğim karakterlerle ortak noktalar bulmaya,buradan yola çıkarak bir yaşam öyküsü yazmaya çalışırım.Kendimle tuttu-tutmadı oynarım.Bu yüzden Nihal'den sonra senin de Çetin'in de melankoliye sürüklenmemenize,bu durumla kendi yöntemlerinizle başa çıkabilmenize sevindim.Aynı sevinmeyi Owen ve Nat için de yaşamıştım,onların mutlu ve nihai bir sonunun olmayışına sevinmiştim.''Belki Thorn'da görüşürüz'' umudunun olması ne olursa olsun güzel bir şey.


''Makiler yaprak dökmez der'' bütün kalın kapaklı kitaplarda,bir miktar haylazlık etmiş olabilirim.Hakkım olmayanı istemiş olabilirim.'Mutsuz olma hakkımı' tam da şu an istemek bir şımarıklık olabilir.Ama ben yaprak döktüm,ne olarak tanımlandığım pek de umurumda olmaksızın.Önüme hangi sıfatı getireceklerini çok da kafaya takmadan,biraz garip hissettirdi ama yaptım.

Hep gezgin olmayı düşleyen ama kendi sınırlarını geçemeyen bir insan olarak,kendi dünyamdan/kabuğumdan çıktığımda en az Ender kadar bu dünyaya yabancı bir insan olarak,bu sınırlardan birini ihlal ettim.Döktüğüm yaprakların ruhumla birlikte havaya karışan birer toz tanesine dönüşmesini ve gitmek isteyebileceğim her yere gitmesini istiyorum.

Benden bir parça da onlarla birlikte yeşerir belki
Thorn'da görüşür müyüz ki?

-



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

muhit’e

Kassiopeia'nın Kabuğundan Geriye Kalan