-ne gelir elimizden insan olmaktan başka-

Mayıs benim için içinde hayata dair pek çok şeyi barındıran bir ay.Özel bir ay.Çok sevdiğim bir insanın doğumgününü ve bir başka çok sevdiğim insanın ölüm gününü harmanlayan bir dönem.

Pek tabi bu yazı hala buralarda olan,yanıbaşımda gülen,nefes alan,hala bir şeylere sövebilen ve bir şekilde yaşamaya devam eden o güzel insan için değil.İnsanlara onları ne kadar sevdiğimi bir şekilde hayattan çekilip gitmeden önce söyleyebilmek gibi bir özelliğim yok.O yüzden bu yazı senin için,
bir insan olarak gömülen senin için.

Sevdiğim bir çocuk kitabında şöyle bir ibare geçiyordu,seni tanıdıkça ne denli doğru bir söz olduğunu bir kez daha anladım.
''İnsan doğmayız; başkalarıyla birlikte ve başkaları sayesinde insan oluruz.''
Bana ve benim içinde olmaktan sonsuz bir gurur duyduğum kocaman bir topluluğa insan olmayı sen öğrettin,nasıl insanca yaşanacağını,hatta belki nasıl ölünceğini de.

Hani soruyorsun ya ''Ne gelir elimizden insan olmaktan başka?'' diye.Çok şey geldi abi,kelimelerle nasıl resim çizileceğini ben senden öğrendim.Bazen tek bir satırın nasıl yürek dağlayabileceğini ben senden öğrendim.
Hani bazı şiirler için hem bu şiir hiç varolmamalıydı dersin,hem de içindeki yarayı bu denli güzel anlattığı için hayran olursun ya,sen yaşayan bir şiirdin Edip abi,kocaman dört başı mamur bir şiir.
Bir şair olarak gömüldün hem.
Onca acının,onca hüznün onca yangının arasında fazla bile dayanmıştı o hassas kalbin.İnsanca bir kalple yaşamanın ne ağır bir yük olduğunu sen bilirdin,bir başkası bilmese ne olurdu sanki!

''Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
Evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da.''

Belki hüzünlenmeyi bırak içten içe alay bile etmeye başlamıştın bu anlaşılamama durumuyla.Ama kalbini tanıyan insanlar da vardı çevrende,bir küsüp bir barıştığın Cemal'in vardı mesela.Ben bir ölümün arkasından,bir insanın arkasından söylenebilecek en güzel sözlerin onun ağzından senin için döküldüğünü gördüm.

Sonra bir sevdan vardı senin,henüz hiç uzun bir yolda yürürken göremediğin.

Bir ülken vardı,acısını acın bildiğin.

''Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir.''

dediğin ve ardından eklediğin,

''Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.''

Memleketi dağılmış pazar yerlerine benzettiğin bu güzelim şiirle tanışmıştım seninle,Ahmet Abi'n ile,boynu büküklüğünle,yalnızlığın ve hüznünle.

''Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki.''

Sen,savunmadığın bir fikir için ölen insanların üzüntüsünü bile yurağında duyarken,çevrende olup biten hiçbir şeye kayıtsız kalamazken varsın kendi hayal dünyasında yaşıyor desinler senin için,varsın anlaşılmaz bulsunlar.

Ve içimi en çok titreten kısım;

''Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile

Gelse de

Öyle sürekli değil

Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün

O kadar çabuk

O kadar kısa

İşte o kadar.''


İnsan şu satırların üstüne tek bir kelime bile etmek istemiyor.Ben lügatimdeki bütün kelimeler silinsin istiyorum her okuyuşumda.Ne gözyaşı dökebiliyorum ne gülümseyebiliyorum.Kalıyorum öylece.

Sonra senin kendine dönüp sorduğun sorular geliyor aklıma.Dönüp mektuplarını okuyorum,gelmiş bulunduğun bu dünyaya bıraktığın bütün güzel anılara,bütün güzel şiirlere bakıyorum bir.Unutulacağını,öylece yok olup gideceğini sanıyorsun.Belki son bir saat içerisinde ilk kez gülümsüyorum bu satırları okurken,çünkü unutulmuyorsun.Bir karanfil olup büyüyorsun içimizde,her geçen gün.

Seni kendi seçtiğin kelimelerle anlatmanın en güzel bitiriş şekli olacağını düşünüyorum.
Zira,hepimiz tükeniyoruz Edip abi.
Ama her şeye rağmen yalnız olmadığımızı bilerek veriyoruz o nefesi.

''Diyerek: Ben kimim, kime anlatıyorum, neyi anlatıyorum
ayrıca
Neyim ben, bu olanlar ne, ya kimdir tüketen isteklerimi
Tüketen kim?
Hani görmeden daha, sezmeden her şeyin bittiğini
Ama ne zaman saçları kurularken çok eski bir alışkanlıkla
Çökerken üstümüze bir sözün, bir gümüş kupanın o sebepsiz
inceliği
Ansızın bir ürperişte: Bitti mi her şey bitti mi
Yoo, hayır!
Öyleyse kimdir tüketen isteklerimi?
Bir rüzgar, duyulup binlercesi birden bir rüzgar
Bırakıp giden beni bir kenara, bir uzağı, ya da bir boşluğu bırakır
gibi
Ve ben ki hazırımdır bir süre unutulmaya
Ama hep sorulur gibidir benden:
Ben şimdi ne yapsam acaba.
Ben şimdi ne yapsam, ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
Hem bunu kaç kere söylemek, ne türlü söylemek adına
Eskimiş fırçalarda, kırılmış şişelerde, tozlanmış ilaç kutularında
Okunmaz kitaplarda, uzaksı giyişlerde çocuksuz avlularda
Anlamsız kahvelerde, bir yolun çok ucunda, asılmış koyun
butlarında
Ben şimdi ne yapsam, ben işte ne yapsam kaç kere yalnız
Kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere insan
olmalarımla

Kapansam, evlere kapansam, yıkanmış bir deniz bulacaksam orada
Anılar bulacaksam- anılar mi dediniz?
Ne sesli bir vuruşma.''


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

duygusal küflü peynirin isyankar objektifinden-

muhit’e

Kassiopeia'nın Kabuğundan Geriye Kalan